Lise Hayatında Bilmeniz Gerekenler: Merak, Hedefler ve Gerçek Dünya (What You'll Wish You'd Known)
Manage episode 383412279 series 3528279
"Paul Graham'ın 2005’te yazdığı bu makale, gençlere hayatlarına dair çeşitli tavsiyeler ve perspektifler sunuyor. Kendi yaşamlarını şekillendirmeleri ve sorgulamaları gerektiğini, yetişkin olmanın sorumluluk almakla başladığını ve bu sürecin herhangi bir yaşta başlayabileceğini vurguluyor. Ayrıca, gençlerin hayatlarını üniversiteye giriş yetkililerine göre şekillendirmemeleri, kendi meraklarına göre şekillendirmeleri gerektiğini belirtiyor. Kendi yeteneklerinizi ve ilgi alanlarınızı keşfetmenin ve bu doğrultuda çalışmanın önemini anlatıyor.
---
# Lise Hayatında Bilmeniz Gerekenler: Merak, Hedefler ve Gerçek Dünya (What You'll Wish You'd Known)
Ocak 2005
(Bu metni, bir lisede yapacağım konuşma için hazırlamıştım. Ne yazık ki, okul yetkilileri beni davet etme planını veto etti. Ama bu, sizinle paylaşmamı engellemiyor, değil mi?)
Bir lisede konuşma yapacağımı söylediğimde, arkadaşlarımın yüzlerindeki merakı görmek beni mutlu etti. ""Lise öğrencilerine ne söyleyeceksin?"" diye sorduklarında, onlara ""Lisede sana birinin ne söylemesini dilerdin?"" diye karşılık verdim. Cevaplarının çoğu, ""Hayat hakkında gerçekçi olmayan beklentilerimiz olmasını isterdik"" şeklindeydi. Dolayısıyla, hepimizin aynı şeyi istediğini söylemek istiyorum.
Öncelikle, lisede neyi bilmen gerektiğini anlatmak istiyorum: Hayatınla ne yapman gerektiği. İnsanlar sürekli bunu sorduğu için bir cevabınız olması gerektiğini düşünürsünüz. Ama aslında yetişkinler bunu genellikle bir konuşma başlatıcı niyetine sorar. Sizin nasıl biri olduğunuzu bilmek isterler ve bu soru sadece sizi konuşturmaya başlatmak için vardır. Bir yengeci sopayla dürtercesine bunu yaparlar; ne olacağını görmek için.
Eğer tekrar lisede olsaydım ve bana planlarım sorulsaydı, ilk önceliğimin opsiyonlarımın ne olduğunu öğrenmek olacağını söylerdim. Hayatınızın işini seçmek için acele etmenize gerek yok. Yapmanız gereken şey, neyi sevdiğinizi keşfetmek. Eğer yaptığınız şeyde iyi olmak istiyorsanız, sevdiğiniz şeyler üstünde çalışmalısınız.
Neyi sevdiğiniz hakkında karar vermekten daha kolay bir şey olamaz gibi gözüküyor olabilir. Ama aslında bu zor bir süreç. Bunun kısmen bir sebebi, çoğu işin aslında ne olduğunun bulunmasının zor olmasıdır. Doktor olmak, televizyonda görüldüğü gibi değildir. Neyse ki, hastanelerde gönüllülük yaparak gerçek doktorları gözlemleyebilirsiniz. [1]
Fakat henüz onları kimse yapmadığı için öğrenemeyeceğiniz başka meslekler de vardır. Geçtiğimiz on yıl içinde yaptığım çoğu iş, ben lisedeyken mevcut değildi. Dünya çok hızlı değişiyor ve bu değişim hızı da gittikçe artıyor. Böyle bir dünyada değişmez planlara sahip olmak pek de iyi bir fikir değil.
Yine de her Mayıs, ülkenin her yerinden konuşmacılar Standart Mezuniyet Konuşmasıyla coşturuyor, teması: hayallerinden vazgeçme. Ne demek istediklerini anlıyorum ama bunu ifade etmek için kötü bir yol bu. Çünkü öncesinde yapılan bir planla yükümlü olmanız gerektiğini ima eder. Bilişim dünyasında bunun bir adı var: Erken optimizasyon. Ve faciayla eş anlamlı. Bu konuşmacılar basitçe vazgeçme dese daha iyi yapmış olur.
Asıl demek istedikleri; demoralize olmayın. Başkalarının yapabildiklerini yapamayacağınızı düşünmeyin. Ve katılıyorum ki, potansiyelinizi hafife almayın. Harika işler yapmış kişiler farklı bir kulvardaymış gibi görünmeye meyillidir. Ve çoğu biyografi bu ilüzyonu sadece abartır. Bunun sebebi bir dereceye kadar biyografi yazarlarının kaçınılmaz şekilde ihtiramla bir yargıya düşmesi ve bir dereceye kadar da hikayenin nasıl bittiğini bildiklerinden öznenin yaşamını kadere bağlıymış gibi gözükesiye kadar konuyu düzenlemeleridir. Yani doğuştan gelen bir dehanın ortaya çıkışı gibi. Doğrusunu isterseniz, on altı yaşındaki Sheakspeare ya da Einstein sizinle beraber okulda olsaydı diğer arkadaşlarınızdan çok da farklı olmayacak kadar etkileyici gözükürlerdi.
Bu rahatsız edici bir düşünce. Tıpkı bizim gibi olsalardı yaptıklarını yapabilmek için çok çalışmak zorunda kalırlardı. Bu da dehalara inanmamızın başka bir sebebi. Bize tembel olmak için bir sebep verirler. Eğer bu adamlar yalnız biraz Sheakspeare’lik ya da Einstein’lık sayesinde yaptıklarını yapabildiyse o zaman onlar kadar iyi bir şey yapamamamız bizim suçumuz değildir.
Dehaların var olmadığını söylemiyorum. Ama eğer iki teori arasından seçim yapmaya çalışıyorsanız ve biri tembel olmanız için bir bahane veriyorsa, diğeri muhtemelen doğru olandır.
Şimdiye kadar Standart Mezuniyet Konuşmasını “hayallerinden vazgeçme”den “bir başkasının yaptığını sen de yapabilirsin”e indirgedik. Fakat daha da indirgemeliyiz. Doğal yeteneğin bazı varyasyonları vardır. Çoğu insan etkisini gözünde büyütür, ama vardır. Eğer hayali NBA’de oynamak olan 121 cm(4 ft) boyunda bir adamla konuşuyorsam, ona gerçekten denersen her şeyi başarabilirsin derken aptalca hissederdim.[2]
Haydi, **mezuniyet konuşmasını** biraz daha derinlemesine inceleyelim. Genellikle ""senin yeteneklerinde birinin yapabildiğini sen de yapabilirsin ve kendi yeteneklerini hafife alma"" şeklinde özetlenir. Ama ne zaman gerçeğe yaklaşsak, cümleler dağınıklaşmaya başlar. Güzel bir sloganı alır, onu bir çamur birikintisi gibi karıştırırız. Sonuç? İyi bir konuşma olmaktan çıkar. Daha da kötüsü, size ne yapmanız gerektiğini söylemez. Sizin yetenekleriniz neler? Hangi yeteneklerinizle nereye gidebilirsiniz?
Rüzgara karşı
Bence çözüm, ters istikamette çalışmakta. Bir hedef belirlemek yerine, umut vaadeden bir soruyla başlamak daha iyi olabilir. Aslında, çoğu başarılı insanın yaptığı da budur.
Mezuniyet konuşması yaklaşımında, yirmi yıl sonra nerede olmak istediğinize karar verirsiniz ve sonra o hedefe ulaşmak için ne yapmanız gerektiğini düşünürsünüz. Ama belki de geleceğe taahhüt etmek yerine, şu anki olanaklara bakıp, sonrasında en umut vaadedeni seçmenizi öneririm.
Zamanınızı boşa harcamadığınız sürece, üstünde çalıştığınız şeyin pek bir önemi yok. İlginizi çeken şeyler üzerinde çalışarak, seçeneklerinizi artırabilirsiniz. Ve neyi seçeceğiniz hakkında sonra endişelenirsiniz.
Örneğin, matematik mi yoksa ekonomi mi okumak istediğinize karar vermeye çalışan bir üniversite öğrencisi olduğunuzu düşünelim. Matematik, size daha çok seçenek sunar: Matematikten başka birçok alana yönelebilirsiniz. Ekonomide uzmanlaşmak yerine, matematikte uzmanlaşmak daha kolay olabilir.
Bunu bir planörün uçurulmasına benzetebiliriz. Bir planörün motoru olmadığı için, irtifa kaybetmeden rüzgara doğru uçamazsınız. Eğer kendinizi iyi yerlere inmek için uzun süre rüzgara bırakırsanız, seçenekleriniz rahatsız edici bir biçimde daralır. Bir kural olarak, rüzgara karşı kalmalısınız. Yani ""hayallerinden vazgeçme"" yerine, yeni bir değişiklik öneriyorum. Rüzgara karşı uç.
Peki, bunu nasıl yaparsınız? Matematik, ekonomiye göre rüzgara karşıysa(?) bile, bunu bir liseli olarak nasıl bilebilirsiniz?
Aslında, bilemezsiniz ve öğrenmeniz gereken de budur. Zeki insanları ve zor problemleri arayın. Zeki insanlar bir araya gelmeye meyillidir ve eğer böyle bir grup bulabilirseniz, muhtemelen katılmaya değerdir. Ama onları bulmak kolay değildir çünkü çok fazla sahtekarlık mevcut.
Üniversiteye yeni başlamış birine bütün departmanlar aşağı yukarı aynı gözükür. Bütün profesörler korkutucu bir biçimde entelektüel gözükür ve alan-dışı insanlara anlaşılmaz gelen makaleler yayımlar. Bazı alanlarda makaleler anlaşılmazdır çünkü zor fikirlerle doludur, diğerlerindeyse istemli olarak sanki önemli şeyler söylermişcesine muğlak yazılırlar. Bu skandal bir önerme olabilir ama ünlü Social Text hadisesinde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Literatür teoristleri tarafından yazılan makalelerin sıklıkla sadece entelektüel duyulan saçmalıklar olduğu şüphesiyle bir fizikçi bilerek entelektüel duyulan saçmalıkla dolu bir makale yazdı ve bir literatür teorisi dergisine başvurdu. Makalesini yayımladılar.
En iyi siper yöntemi her zaman zor proble...
216 episoder